Çünkü fikirleri vardır. Basit yaşanmış bir örnekle, deprem döneminde yıkılan binanın önünde arama kurtarma haberini veren, mucize bekleyişleri, kurtarılanların sevinç ve mutluluğunu paylaşanlar da samimidir, aynı binanın arka sokağında kimsenin gelmediğini, enkazdan ses geldiğini ve hala yaşayanların olduğunu düşündüğü için yardıma gelmeyenlerin isyanını kamuoyu ile paylaşan da!
Sen taraflı haber yapıyorsun, senin haberini gören de sanır ki hiç arama kurtarma faaliyetleri yapılmıyor derler birisine, bir diğerine sen de sadece mucize haberciliği yapıyorsun, sen de yalakasın denir. Gazeteci yaptığı her haberde birilerinin mutsuz olacağını bilir.
Gazeteci (muhabir) bir arkadaşımız kişisel sosyal medya hesabından 10 Ekim Ankara Garı patlaması ile ilgili bir fikir beyanında kişisel bir eleştiride bulunmuş. Çünkü o olayı yaşamış. Oradaymış. Arkadaşı yanı başında can vermiş. Ağır travmalar yaşamış. Hepimizden çok canı yanıyor. Belki de olayın davası, hukuk mücadelesi daha bitmeden, yapılan eylem ve söylemlerin pratikte gerçek bir karşılığının olmamasıyla yüzleşen genç gazeteci arkadaşımız doğrudan isim vermeden, bir yöneticiyi kast ederek, “Ayrışmayalım, bölünmeyelim” demek istemiş.
NE İSİM VERMİŞ! NE HABER YAPMIŞ, NE DE BENİM GİBİ UZUN UZUN KÖŞE YAZILARI YAZMIŞ!
Kişisel bir sosyal medya iletisi paylaşmış. Bu eleştirel iletiyi okuyan yönetici de çağırmış bu gazeteci kızımızı. Çay içerken sohbet etmişler. Bizi eleştirdiğini düşünüyorum. Belli ki bizim davayı böldüğümüzü düşünüyorsun ama biz bu davaya en çok sahip çıkanlarız. Sen daha çok gençsin. Yaşadığın acı ve öfkeyle birilerini suçlamanı anlayabilirim ama bizi, bizim suçladıklarımızla aynı kefeye koymanı ve bizi suçlamanı anlayamıyorum, çok üzüldük kırıldık, çünkü biz bu davaya herkesten çok sahip çıktık, sen şimdi yönetici olarak beni eleştirsen de bu ortaklaşa alınan bir karardır demiş. Hacı Bektaş Veli’nin “İncinsen de incitme. Her ne ararsan kendinde ara. Düşmanın bile insan olduğunu unutma” sözünü hatırlatmış. Şaka şaka tabii ki bunlar filmlerde olur.
İşte Kibele Kadın Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği sokakta kadın haklarını savunanların, evinde karısına şiddet uyguladığını iyi bildiği için 25 Kasım’da erkekler bizimle yürümesin diyor.
Asıl sansüre Hayır diye manşet atan medya patronları haberlerimize sansür uyguluyor. Habere gittiğinde sorun yaşanacağını bile bile, muhabirine git haber yap diyen patronlar var. Şahsen ağır eleştirdiği, kuruma haber yapmaya gittiği için kovulan gazeteci arkadaşımızı kovanlar, tutuklu gazetecilere özgürlük, sansüre hayır yürüyüşlerinde en önde!
Gazetecilerin hak ve özgürlüklerinin yok edildiği, zedelendiği durumlarda ortak açıklama, manifesto yaparak toplu halde ve kamuoyunu aydınlatması gereken gazete sendika ve cemiyetleri ise genelde en çok susanlar oluyor.
Ben de bunları söyleyip özeleştiri verip “Bağımsız Gazetecilik” kalmamıştır. Bir olaya her açıdan, başka başka fikirlerden bakmayı unutursak, başka düşüncelere ve fikirlere saygı duymayı hatırlatmazsak, eleştiri kültürü yok olursa bizleri çok daha ağır bedeller bekliyor, bu toplumsal çürümenin farkındayım! Siz de farkına varın demek isteyerek, bağımsız gazeteciliğe vurgu yaptığımda hiçbir siyasi, aday adayı, mevcut başkanlar bir kez bile sormadılar! Bağımsız gazetecilik nasıl güçlenecek? Ne yapabiliriz? Hatta görmezden gelindi hatta üzülerek ki kendi meslektaşlarımızdan bile eleştiri aldım. Ama gidip sorsan herkes gazeteciler toplumun haber alma hakkıdır, bağımsız olmalıdır falan bin tane süslü laf ederler. Sizler de beğenirsiniz,yalan söylediğini iyi bildiklerinizi bari beğenmeyin.
Patronu git haber yap dediği için gittiği yerde bir kadın gazeteciyi yapılmaması gereken üslup ve söylemde oradan kovmaktan, toplum içerisinde rencide etmekten de ben şunu anlarım. Ya gazeteci arkadaşımızın 94 kişinin beğendiği, 4 kişinin yorumladığı ve 9 kişinin paylaştığı eleştirisi gördüğünden daha büyük etkide, ya da bizim gerçekten büyük ve güçlü sandığımız kurumlar gördüğü gibi değil.
Vaktiyle Edirne’de dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın ziyareti sırasında kemoterapi tedavisi için kanser ilaçlarının temini için, yaşamak için yardım istemesi üstüne kendisine para veren Bakan Bayraktar’ı “Ben dilenci değilim” diyerek geri çeviren lenf kanseri hastası Dilek Özçelik hatırlarsanız “İnsanlık konusunda bir kez daha hayal kırıklığına uğradım” Demişti. Bu ülkede üniversite öğrencisi Dilek Özçelik gibi gururlu ve onurlu kişiler insanlık konusunda sürekli hayal kırıklığı yaşıyor.
HAYAL KIRIKLIKLARIMIZ BİTMİYOR. İYİLER BİR BİR ERİYOR, BİTİYOR !
İşte tam da bu sebeple sığınıyoruz. Bildiğiniz gibi alevilik inancı, ahlaki değerlere büyük önem verir. Alevilik, insanların birbirine karşı olan sorumluluklarını, sevgi, hoşgörü, eşitlik, adalet ve dürüstlük üzerine kurar. Bu değerler, Alevi toplumunun sosyal ve dini yaşamının temelini oluşturur. Temiz, olmanın, temiz kalmanın yolu iyi olmaktan, iyilik yapmaktan, kötülükten uzak durmaktan, incinsen de incitmemekten geçiyor. Alevi inancında üç kelimeyle ifade edilen, “eline diline beline sahip ol” manevi ahlak anayasasını bu şehirde, bu ülkede her iş yerine kurum ve kuruluşlar duvarlarına yazarak daha sık hatırlamalıdırlar. Neyse bir vesileyle ben de bir kez daha hatırlatmak istedim.
“SUSMAK SUÇA ORTAK OLMAKTIR”
Not:
1 – Bu yazıyı bana hiç kimse yazdırmadı.
2- Yazdığım her yazının, her fikir beyanımın arkasında duracak tecrübe, bilgi, donanım ve birikime sahip olduğumu düşünerek, saygı ve eleştiri sınırları içerisinde, hakaret taşımayan gelecek her eleştiriyi göğüslerim.
3- Hakaret edene de hakaret ederim. Bazen de bi lafa bakarım laf mı diye 🙂 şaka şaka :))))
4- Bu yazıda dolaylı olarak eleştirilen kişilerin saygınlık ve itibarları gözetilmiştir.
5- Eleştiri ile hakaret arasında incecik bir sınır ve oldukça fazla sınır ihlali vardır. Bu yazıda o ihlal yoktur.
Umut Kaşan / Ege İdea Dergi – Didim