Sevgilinin kanıyla sulanan meyve; Dut
Mitolojideki dönüşüm öykülerinin en trajik olanlarındandır Thisbe ile Pyramus’un aşkı. Eski zaman ozanı Ovidius, iki gencin bir ağaç dibinde sonlanan yaşamından sözederken şöyle der:
“Eskiden ak yemişler veren
ağaçlar kan boyasına bürünmüş
kara yemişler verir olmuş.”
Semiramis’in ülkesi Babil’de geçer öykü. Bir duvarın ayırdığı bitişik evde oturan iki ailenin çocukları birbirine tutkundur. Biri doğu kızlarının en güzeli Thisbe, diğeri çağının en yakışıklısı Pyramus. Bu denli yakın olmalarına karşın öyle uzaktırlar ki, kavuşmalarına olanak yoktur. Ailelerine sevgilerinden söz edip töre gereği izin isterler ama, bir araya gelmelerine engel çıkarılır.
Bahçeye çıktıklarında işaretleşerek, bazen dengine getirip iki sözcük ederek duygularını aktarırlar birbirlerine ama daha ötesi yoktur. Kapandıkları odalarda kulaklarını duvara yapıştırırlar, belki nefesleri hissedilebilir diye. Gerçekten de bir gece yan odadan Pyramus’un soluk alıp verişini duyar genç kız.
Duvarda bir çatlak vardır. Küçük tıkırtıları bile karşıya aktarır. Bunun heyecanıyla büyük bir sevinç duyar ve seslenmeye başlar:
“Pyramus, beni duyuyor musun? Aşk sözcüklerim geçiyor mu oraya?”
Geçmez olur mu hiç, geçer. Geceler boyu konuşurlar, yeni bir günün başlangıcını, sıkıntılı gecelerin bitişini simgeleyen gül parmaklı Şafak Tanrıçası Eos yeryüzüne gümüş ışıklarını yayana dek sürer birliktelikleri. Sonra nöbeti, ortalığı aydınlatan kardeşi Güneş Tanrısı Helios alır. Günler, geceler döner durur da bir dokunuş bile gerçekleştiremeden, sırayla dudaklarını, kulaklarını duvardaki yarığa dayayıp duygularını paylaşır iki sevgili. Tutamazlar ellerini, dokunamazlar tenlerine, bakamazlar gözlerine ama küçük bir aşk pınarı akar durur evden eve.
Sözleşirler bir gece, evlerinin yakınında bulunan ormandaki dut ağacının altında buluşmaya karar verirler. Thisbe sevgilisi Pyramus’dan önce gelir. Heyecanla pırpırlanan yüreğinin bastırılamayan vuruşlarıyla beklemeye koyulur. Tam bu sırada bir yaban hayvanının yakındaki kaynağa su içmeye geldiğini görür. Avını yeni yediği için ağzından damlayan kanı çevreye döke saça yaklaşan bu dişi aslanın korkuttuğu genç kız, kaçıp büyükçe bir kayanın ardına saklanır. Hayvan, Thisbe’nin omzundan düşürdüğü yaşmağı ağzına alarak oralarda dolanmaya başlar.
Pyramus gelir, sevgilisini ortalıkta göremez. Seslenir ama yanıt alamaz. Su içmekten dönen aslan ilişir gözüne. Kanlı ağzında yaşmak parçaları da vardır. Anlar ki, sevgilisi yem olmuştur hayvana. Dayanamaz bu acıya, “Benim yüzümden oldu, önce gelseydim kurtarırdım. Onu yalnız bırakmanın, ölüme terk etmenin bir bedeli olmalı” diye dövünür. Kılıcını göğsüne dayar, var gücüyle kalbine saplayıp kendi yaşamına son verir.
Tehlikenin geçtiği inancıyla dut ağacının altına dönen Thisbe, kanlar içinde yatan sevgilisini görünce, ne olduğunu anlayamaz. Ancak hayvanın ağır adımlarla ağaçlara doğru yürüdüğünü görünce, o da aynı şeyi düşünür, sevgilisinin aslan tarafından parçalandığı inancıyla gözyaşlarına boğulur. Peki bu göğsünde duran kılıç, kanayan yara da neyin nesi? Yanıtlayamaz kendi sorusunu. Sarılır ona, sever, okşar, öper yüzünü, “Ne olur ölme, ben sensiz yaşayamam. Bu aşk böyle bitmemeli” diye yalvardığı sevgilisi gözlerini aralayarak bakar genç kıza, sonra başı yana düşer.
“Yalnız gitme, bekle beni, seninle geleceğim” diye feryat eder Thisbe, Pyramus’un göğsünde duran kanlı kılıcı alır, kendi kalbine saplar, genç adamın cansız bedeni üzerine yığılır. İki yaralı bedenden çevreye saçılan kanlar, ağacın meyvelerini kara kızıla boyar.
İşte o anda tanrılar bu yüce aşkı ölümsüzleştirmek isterler ve cansız yatan iki sevgilinin başucundaki ağacı Thisbe ile Pyramus’a adarlar. O zamana dek dalları donatan kar beyazı meyveler kırmızı ve kara dutlara dönüşür. Genç kızın gözyaşlarıyla ıslanan yapraklar hafif bir esintiyle hışırdamaya başlar.
Derler ki o günden beri koyu renkli dutun çıkmayan lekesi (Pyramus’ un kan lekesi), dut ağacının yapraklarıyla (Thisbe’nin gözyaşları) silindiğinde temizlenir.
Yazı ve Fotoğraflar:
Hüsnü Okumuş