Atilla & Erkut & Berna Yüksel ‘Babanın Mevsimleri’ Yazar
Amasya Merzifon ’70 doğumlu ama yaşın ne önemi var diye cümleye başlıyoruz Atilla Yüksel ile sohbetimize. Adnan Menderes Üniversitesi (ADÜ) İletişim Fakültesi eski dekan vekili, Turizm Fakültesi öğretim görevlilerinden Prof. Doktor Atilla Yüksel, 2005 ile 2014 arasında 10 yıl Didim’de görev yaptı. Didim‘de tanıyanı bileni seveni de çoktur Atilla Yüksel hocanın.
Akademisyenlik yaşamı boyunca uluslararası alanda birçok başarıya imza atan, yazdığı kitap ve makalelerle adından sıkça söz ettiren Prof. Dr. Atilla Yüksel ile Akademisyenliği, babalığı ve yazarlık ve kitapları üzerine sohbet ettik. Atilla hoca ile konuşacak öyle çok şey var ki, ikizleri Berra ve Erkut’un da aramızda olduğu sıcak samimi ve oldukça keyifli uzun sohbetimizden bir kitap çıkabilir. Atilla Yüksel ilk kitabı ‘GEÇİT Ben Kaybolmadan Önce’ den sonra yeni kitabı ‘Babanın Mevsimleri‘ ni yazıyor.
Mahalledeki o herhangi bir sıradan taş istendiğinde çocuklarla zirve tırmanışına imkan veren ‘Ulu Kaya’ olabiliyor, her gün yeni bir böcek keşfedip muhtemelen yeni bir bitki ile tanışıyorlar. Birlikte taş boyama yapıp, kendi yaptıkları ağaç evlerinde kitap okuyorlar. Birlikte doğa yürüşlerine çıkmak, derin sohbetler yapmak ve keşfetmek üzerine kurulu bir baba ilişkisi…Hayatı ikizleri ile birlikte yeniden keşfediyor sanki baba Atilla Yüksel.
Hocam sizi tanımayanlar için kimdir Atila Yüksel? En güzel yılların birinde, buralarda bir yerde en güzel ellere doğdu. Çocukluğundaki sessizliğinden dolayı anne ve baba- dan “yüzyılın gözlemcisi” ödülünü almasına ramak kalmıştı. Biraz büyüdü, hayvanları çok sevdi, biraz daha büyüdü çiçek, böcek ne varsa hepsine ismiyle hitap etti. Sorularıyla sadece öğretmenlerini değil, arkadaşları, meslektaşları ve öğrencilerini sürekli şaşırttı. Soru sormak, düşünmek ve hakikati aramak tek merakıydı. Bü- yüdü, büyüdü, büyüdü ve akademisyen oldu. Sınıfında koca koca saatler geçti, dersten çıkan öğrencileri çıkışta bitap “demek üni- versite buymuş” dedi. İnsanı çok sevdi. En çok ta ikizlerini, ço- cukları, çocuklaşanları, çocuk kalanları… Onların yargılamayan, anı yaşayan tarzlarına hep gönlü gitti. Bir gün yüzeyde kalmaktan sıkıldı, derinleşmeye karar verdi, karşılaştığı unvanları es geçti ve çocuk kalmayı seçti.
Çok okunan ‘GEÇİT Ben Kaybolmadan Önce’ kitabının yazarı Atila Yüksel iyi bir okuyucu mudur? En sevdiği yazar kimdir? Başka bir özelliğim hakkında çok net bir şey söyleyemem ama çok okudum ve okurum. Gorki ye bayılırım.
İlk kitabınız ‘GEÇİT Ben Kaybolmadan Önce’ neden geçit ? Geçit üçüncü sayfalara sıkışmış hayatların dikkat çekmesi, bir nevi bu hayatlara “geçit” sağlamak için kaleme aldığım bir roman. Çoğumuz için, bende dahil olmak üzere, sadece 15 saniyelik haber olarak kalan üçüncü sayfaya yansıyanlar aslında 15 saniyeden daha fazla saygıya, sevgiye, bakışa, anlayışa ve kavrayışa değer olduklarını haberin arkasına düştüğünüzde daha iyi bir anlıyorsunuz. Geçit, birbirinden bağımsız gibi görünen insanların hayatlarının birbirine ne kadar bağlı olduğunun bir tablosu. Okuyucularımın, vermek istediğim mesajların şifrelerini kırabildiklerini görüyorum. Bu mesajlardan en önemlisi her şeyin iyiye evrildiği ve olanların, her ne kadar kötü görünseler de, aslında gelecekte daha iyi olacaklar eylemler hakkında bir işaret, haberci olduğuyla ilgili.
“Geçit”in dayandığı felsefe hayatın bir dönüşümden ibaret olması, işaretleri iyi okuyup dönüşebilenlere karşı görmezlikten gelenlere ise aynı sorunları tekrar tekrar yaşamaya mahkum eden bir seyahat. Biraz değil ama fazlasıyla bizden Geçit. Geçit vermediğimiz korkaklığımız, cahilliğimiz, cesaretsizliğimiz, acı vermemiz, başkasının mutsuzluğundan mutluluk duymanın kitleselliğine karşı kardelen çiçeği gibi beklenmedik, cılız ama cüssesinden umulmayacak kadar dev bir çocuğun isyanı, direnişi ve tekamülüdür Geçit. Bir başkasının aynı sorunlarla, konularla, düşüncelerle boğuşmadığını düşünmek ya da sadece kendinizi yaşamakta olduğunuz sorundan dolayı içinden çıkılamaz durumda olduğunuzu düşünmenize gerek olmadığını ifadesidir Geçit. Fiziksel bir anlam taşısa da kişinin asıl geçmesi gereken “Geçitin” kendisinin yarattığı ve uymalıyım diyerek kodladığı illüzyon dünya olduğunu vurgulamaya çalıştım.
Yakında çıkacak olan yeni kitabınız “Babanın mevsimleri” için ne söyleyebilirsiniz?
Çok şey söylenir BABA hakkında.
Baba; korkmaz, üzülmez, yıkılmaz.
Efsane.
İşin aslı öyle değil! O bir insan.
Dışta sert boranlar esse de içte meltem barındıran.
Annenin tamamlayıcısıdır baba.
Sevgisi, sinesi, desteği aranır eksik olduğunda.
Korkmadan, temasla, sıkı sıkıya yapılan babalık dün- yayı yerinden oynatır, çocuklar hayata daha güvenle başlar, yaşamın akışına uyum sağlar. Geç değil. Vakit varken, onun değerini anlamaya çalışıp, yumuşacık, içten bir kucaklamayla tüm o kayıp anları telafi edebiliriz.
Şimdi derin bir nefesle rahatlayabilir, yüreğinden gelen içtenlikle size gülebilir, gözlerinizin içine mutlulukla bakabilir.
Bu her şeye değecektir… İnsanım, babayım.
Varoluşumdaki en önemli hazinelerim, çocuklarıma benden sonra bir mirasım kalmalı… Babalığımdan daha kalıcı başka neyi miras bırakabilirim ki?
Çok şeker ikizlere baba olmanın hazzı bam başka; ancak, yine de yaşanması gerekenler yaşanacak. Bir gün başka bir enerjiye dönü- şüp, istemeden de olsa ortadan bir süreliğine kaybolacağım. Üzül- melerini tamamen engelleyemesem de hafifletmek istiyorum. Onlara zevkle rehberlik ettiğim şeylerin üzerinden çok zaman geçecek.Temel ne kadar sağlam olsa da araya giren onca zaman belki de hatırlamalarını engelleyecek. Eğer her şey sırasında giderse tam da tadına varırken, her anını doya doya yaşamış olsam da ben on- ları, onlar da beni yeterince anlayamadan ara vereceğim yaşamaya. An gelecek, onlar da benim gibi, diğerleri gibi “keşke babam burada olsaydı ve ona sorabilseydim” diyecekler.
Sadece çocukken değil yetişkin hallerinde de baba olmak, baba kalmak istiyorum. Babam dedemlerin yaşadıklarını, ben babamların yaşadıklarını, onlarda benim yaşadığım benzer mutluluklar ve sorunları yaşayacaklar. Eminim adlar değişse de sorunların içerikleri aynı kalacak; darlık ve bollukla test edilecekler. Yakından deneyimlediğim muhtemel sorunlarına yanlarında olmadığımda ışık tutabilir miyim, kim bilir?
Beni daha iyi tanımaları için duygularımı, doğrularımı ve hatalarımı aktarmalıyım fazla geç kalmadan. Nedenlerim sayısız: Annenin etkisini bildiğim gibi babanın da çocuğuna temasının mucizevi etkisini deneyimliyorum. O nedenle babalığın da annelik gibi sevilmesini ve anlaşılmasını; babanın öneminin çocuğun ilk yıllarına sınırlandırılmamasını; babanın korkmamasını, kendisine verilen en büyük lütfun “çocuğunun hayatındaki yerinin” daha da farkına varmasını diliyorum. Hiçbir zaman, özellikle de baba hayattayken çocukların babasız bırakılmalarını istemiyorum. Bir ömür boyu adına yakışır baba kalmak için çocuklarıma, çocuklarımın çocuklarına ve onların çocuklarına geriye hatıradan başka bir şey kalmayacak beni aktarmak istiyorum.
Fırsat buldukça vaktini çocukları ile geçiren çocuklarınıza çok düşkün bir babasınız. Çocuklarınıza yazdığınızı biliyoruz ama onlara okur musunuz? Çocuklarımın 3 haftalık olduklarından itibaren onlara okuduğum ilk kitap ‘Tek Adam’ Süreyya Beyin kitabı. Atatürk‘le ilgili. Sonra da onlara bir sürü kitap okudum ama benim yaptığım en iyi şey her masalı anlatmak. Her gün anlattım. Evden uzakta olduğum dönemlerde bile Whatsapp üzerinden çocuklarıma sesli ya da yazılı masal anlatmaya devam ettim. Çünkü masal, bence sınırları kaldıran, hayal gücünü acayip tetikleyen, kamçılayan ve çok doğal ve içinde gerçekten kendini bulabildiğin bir materyal.meselâ ben sınıfımda bile öğrencilerime anîden gözlerini kapattırıp masal anlatırım.
Didim‘e bir masal anlatsaydınız? Nasıl başlardı masalınız? Herhalde Zeus’un uğramadığı tek yer diye başlardım.
İlk ne zaman ben baba oldum duygusunu tam anlamıyla yaşadınız? Didim’de çalıştığım zamanlardı. Çocuklar 6 aylıktı işten eve geldim. İkili koltukta yatıyordu Berra ve Erkut. Eve geldiğim için bir gülücük attılar işte bu gülücük ben geldiğim içindi. Dibine kadar hissettiğim an o gülücükleriydi. Beni benden aldı o an.
“Bizimkini bir görecektin babası, televizyonda at belgeselini baştan sona izledi”. Aferin diye oğlanın başını daha okşayamadan “çocuğu binicilik kursuna yazdırmak lazım” emriyle karşılaşıyorsun.
Garibim eline leğen almış vuruyor. Acaba perküsyona mı versek?
Allah allah kitapların üzerine çiziktiriyor.
Acaba felsefe okuluna mı versek?
Filmlere meraklı. Sinema okuluna mı versek?
Bizimki oyunlara dahil olmuyor, acaba psikolojik bir sorunumu var cümlesindeki nem kurumadan alıştık, psikoloğa damlamak lazım.
Ah gördün mü sivilcesi var, tüm yüzünü kaplayacak. Hemen, derhal. Emrin olur sultanım. Bir sürü krem, sabun.
Bok sürsen bence daha faydalı.
“Ajdar’ı bir taklit ediyor, bir görsen”. Şey, biraz daha gözlemlesek!!!
Babası bizimki çocukların nasıl olduğunu sordu bugün. Üç yaşında oğlum, yaşasın jinekolog olacak. Götürelim de anlatsın.
Vazoyu bir kırdı ki bugün.
Tam bir şey söyleyeceğim, bak bu psikoloji de yansıtma diyor. Senin davranışlarını almış.
…
Yahu biraz dur arkadaş.
Çocuk bu, her şey olmak zorunda değil. Düş yakasından arkadaş çocuk sen olmak zorunda değil.
“Ne bu ben yapamadım bari çocuğum yapsın” sendromu.
Bir kendimize gelelim ya.
Böyle devam edersek, ya seri katil ya da at hırsızı olacak bunlar.
Demedi demeyin.
Çocuk yetiştirmekle ilgili biraz isyanım var.
Protest kişiliğimden ötürü çocuklarımı hata yaptıklarında ödüllendiririm hata yapmaktan korkmasınlar diye. Testlerde yanlış çıkardıklarını söylediklerinde her baba gibi kızarım ama niye daha fazla yanlış çıkarmadın diye !
Çocukların kendileri olmalarına izin vermeyerek olamadığımız biz oldurmaya çalışıyoruz gibi geliyor çoğu zaman. Çocuklar büyüyor, biz büyüklere göre zahmetli bir vazife onlara göre ise tam bir cehennem. Her şey olsunlar, kimsenden geri kalmasınlar telaşı. Altı yıla altmış yılı sığdırma hödüklüğü.
Böyle miydik biz acaba? Yok iyi polis kötü olacaksın. Yok ya! O rolün içine bir girdin mi sittin sene çıkamıyorsun arkadaş. Örnek çocuk yetiştireceksin, liste dolu. Sonra. Sonra psikolog çocuğu alıp size dönüyor, “siz ne yaptınız bu çocuğa arkadaş diye sorunca”, elleriniz apış aranızda “şey örnek çocuk yetiştirecektik de, ne olmuş, ayarları mı bozulmuş” diye soramıyorsun.
Dokunursan cinsel eğilimleri farklı olurmuş. Allah Allah, dokunmadan çocuğumu nasıl seveceğim arkadaş.
Ödev yapmazsa okuldan kovulurmuş. Belki de hayırlı olan bu. Çocuğun zihnine beton döken, nakilci açık tımarhaneye neden göndereyim.
Yabancı dil öğrenmezse diğerlerinden geri kalırmış. Merak etme, çocuğunla yeterince temas etmediğinde, konuşmadığında zaten sana yabancı olacak, büyüyünce hiç konuşmayacak, konuştuğunda ise anlaşamayacaksın.
Asıl önemli olan yabancı dil bu.
Babası bizimki bugün bir sıçtı ki, okkalı vallaha. Vay aslanım vay, çocuğun bokunu hediye olarak göreceğimi hiç düşünmezdim.
Oğlan topa öyle bir vurdu ki babası. Lan üç yaşında ama hemen soluğu futbol okulunda alıyorsun.
Babası kızın felaket güzel çizdi. “Aaa” yavrum dört yaşında ama sen elinden kaptığın gibi sanat akademisine götürüyorsun. Aaa “agu” dedi lan, acaba altı aylık çocuğu dramaya kaydeden bir yerler var mı diye internette sörflüyorsun.
“Hımm sizin ki esnek diyen komşu”. Hay bir taraflarını öpeyim senin. Demeseydin, dört yaşında kesin jimnastiğe verelim dırdırlarını duymamak için kurs aramaya usuldan başlıyorsun.
Pek çok sıfatı bünyesinde barındıran, Berra ve Erkut‘un çok kıymetli babası, değerli insan Atilla Yüksel’e samimi cevapları misafirperverliği ve İdea Dergi‘ye olan tüm katkısı için teşekkür ederiz.
He was born in Merzifon, Amasya in 1970, but the first thing we say was age is just a number before our interview with Atilla Yüksel. Former Deputy Dean of Adnan Menderes University (ADÜ), Faculty of Communication, and one of the instructors of the Faculty of Tourism, Prof. Atilla Yüksel had worked in Didyma for 10 years between 2005 and 2014. People of Didyma know and love Atilla Yüksel.
We talked about academic profession, fatherhood, authorship, and his books with Prof. Atilla Yüksel, who accomplished many things throughout his academic career in the international arena, and made a distinguished name for himself with his books and articles. There are just too many things to talk about with Atilla Yüksel that I could write book on our interview accompanied by his twins Berra and Erkut. Atilla Yüksel is currently working on his new book ‘Babanın Mevsimleri’ (‘The Seasons of the Father’), after finishing his first book ‘GEÇİT Ben Kaybolmadan Önce’ (‘THE PASSAGE, Right Before I Got Lost’.
He could become that ‘Mighty Rock’ that enables them to climb up to the top, when his kids want an ordinary rock from the neighborhood, they discover new species of insects and probably see a brand-new plant every day. They paint rocks together, and read in their treehouse. A very special father-child relationship built on hiking, deep and long conversations, and new discoveries… Atilla Yüksel seems like he is rediscovering life together with his kids.